“Nihayet nâşın yıkanması bitti. Sarı ipek işlemeli havlularla kurulandı, tabut yere indirildi, teneşir, tabutun yanına getirildi içme kefenler serildi. Sultan Abdülhamid’in nâ’şı hürmetle tabuta indirildi. Sultan Abdulhamid, son dakikalarına kadar kendini kaybetmemişti. Hattâ vasiyet etmişti: Göğsüne ahidname duası konacak yüzüne Hırkai Saadet destemali, siyah Kâbe örtüsü örtülecekti. Bu vasiyet eksiksiz yerine getirildi…”
Kefen bağlandı, tabut kapandı. Sedef kakmalı, asırlar görmüş bir saatin ağır taninleri Hırkai Saadet dairesinin ulviyeti içinde aksetti, tabutun teçhizine başlanmışı. Üzerine evvelâ bir yatak çarşafı, daha üstüne sırma işlemeli al bir örtü konuldu Ayak ucuna lâciverte yakın çiçekli bir kumaş sarıldı. En üste Kabe örtüleri kıymettar taşlarla müzeyyen kemerler konuldu. Başına ve kollarına şallar sarıldı. Baş tarafa sarılan yeşil atlas üzerine kırmızı bir fes konuldu. Nâ’ş yıkanırken, çıplak bir tabut, tahta bir teneşir. Hırka-i Saadet dairesinin gözleri kamaştıran ve renkleri ve yaldızlarıyla tezat teşkil ediyordu. Şimdi Sultan Abdulhamid’in ipekler, şallar, sırmalar, kıymettar taşlarla müzeyyen tabutu, dairenin ihtişam ve ulviyetine de tevafuk etmişti…
Herkes çekildi. Yalnız, müzeyyen sütunlar, mülevven duvarlar, parlak levhalar arasında başı harem dairesine müteveccih bir tabut, solda Dairei Aliyye’nin penceresinden altınlar ve sırmalarla müzeyyen yeşil perdeler, ağır sırma püsküller, altın şebekler, kıymettar ve tarihî levhalar, kelâmı kadimler görülüyordu…